Küçücük yaşta yetim kalmıştı Ayşe; sadece fotoğraflardan tanıyordu kader kurbanı babasını. Arada sırada yetiştirme yurduna ziyarete gelen annesinin “Sakın kaybetme kızım, başka resmi yok” dediği kara yağız genç adam, onun rüya kahramanıydı da aynı zamanda. Daldığında uykuya, hep aynı düşü görüyordu, babası, annesi ve çok sevdiği F.Bahçesi; maça gidiyorlardı pazarları...
Ama hiç gerçekleşmemişti Ayşe’nin bu rüyası. Ta ki, F.Bahçe’nin sahası kavga-dövüş nedeniyle kapanıp, Futbol Federasyonu, “Artık seyircisiz oynamak yok, o maçlarda tribünlere kadınlar ve çocuklar gelecek” kararı alana kadar...
Kız öğrenci yurdunun kantinindeki gazetelerde okudu haberi, utana sıkıla, amirin odasına çıktı; izin alması mümkün değildi yönetmeliklere göre. “Maça gitmek istiyorum hocam, çocukluk rüyam bu benim” deyip, öyküsünü anlatınca bir çırpıda yutkundu yılların deneyimli eğitimcisi Mustafa Bey. Kıramadı, çok başarılı bir öğrenciydi de Ayşe, yüzlerini hiç kara çıkarmamıştı; “Peki evladım. Yollarda perişan olma, taksi parasını da biz müdür beyle veririz, yeter ki maç biter bitmez burada ol” dedi.
Evet, daha 18’ini henüz dolduran Ayşe, dün Şükrü Saracoğlu’nun ‘özel’ konuklarından sadece biriydi. Belki rüyasındaki gibi annesi, babası el ele maça gidememişti ama Saracoğlu’nun Maraton tribünündeki koltukta otururken rüyasını da yaşamıştı, Dia’nın golüyle havaya zıpladığında...
Bana bu öyküyü maç sonrasında telefonla arayan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan bir dostum anlattı. Gözyaşlarıma engel olamadım, sizlerle paylaşmak istedim...
Ve teşekkür ettim TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’a, şükranlarımı sundum federasyon yönetimine. Galiba sevabın en iyisini işlediler. Çoğu zaman ezilen, dövülen, töreye kurban giden kızlarımızı, kadınlarımızı baş tacı ettiler futbol gibi ‘erkek egemen’ bir oyunda. Gerçekten dün emektar Saracoğlu’nun tribünleri çiçek açmıştı. Bizim coğrafyada ilk kez ‘çoğunluk’taydılar bir sosyal olayda. Erkekler dışarıda tırnaklarını yerken onlar maçı yaşıyordu; ‘erkeklere taş’ çıkartacak kadar ‘ateşli’ taraftarlar da vardı Kadıköy’de. Ama ojeli, fönlü saçlı, simli farlılar çoğunluktaydı. Ne de olsa özel bir gündü onlar için.
Yalan söylemeyeyim, “Pilavı ısıt, maçtan yarım saat sonra yemek yeriz” diye hınzırca evdeki ‘beyefendiye’ mesaj atanlara bile rastladım. Coşku tavan yapmıştı ‘Kadınlar matinesi’nde. Ama Manisa’yı da alkışlıyorlardı. Yeri geldiğinde hafif tepki ve ıslığı da unutmamıştı Fenerli kızlar, hele “İ... Trabzon, olamazsın şampiyon” tezahüratı galiba gecenin tek defosuydu.
Maça gelince; bu kadar hoşluğun, güzelliğin, duygusallığın yanında teferruattı F.Bahçe-Manisa karşılaşması. Daha ‘light’ bir ortam bekleyen Manisa, tribündeki onca kalabalığı görünce başlarda şaşırdı. İyi oynamayan Sarı - Lacivertliler de ojeli ellerin alkışıyla kötü giriş yaptığı oyuna önce hâkim oldu, sonra da Dia, 42 bin hanımefendinin ‘kalbini kazanan’ siyahi delikanlı rolüne soyundu. Manisa’nın Ömer-Bilica karışımı golü ise coşkuyu hüzne çevirdi. Semih’in nizami golü ofsayta takılmasa üzüntü yerini bayrama bırakıcaktı ama futbol böyle bir oyundu. Belki skor memnun etmemişti fakat Kadıköy’de bir ilke imza atıyordu F.Bahçeli kadınlar... Sonuçta Ayşe gibi birçok kızımız rüyasını gerçekleştirdi dün gece...
Üzülme sen Ayşem!
21 Eylül 2011 14:09