Mersin'de Mersin İY-Galatasaray maçıyla başlayan hafta Bursa'da Bursaspor-İBB maçıyla sona erdi. Son birkaç sezonun en izlenesi haftasını kaçıranlar varsa çok yazık etmiş kendine...
Mersin'de Necati Ateş'in kalitesinin, Fener-bahçe-Sivasspor maçında Pedriel'in kaçırdığı gol sonrası Fenerbahçe'nin büyük geri dönüşünün, Beşiktaş'ta sarı kart cezalısı durumuna düştükten sonra Fernandes'in takımın gerçek maestrosu olarak kurtarıcı olmasının, Trabzonspor'un Burak'la son dakikalarda 3-1'den beraberliği sağlamasının, Bursa'da müthiş bir mücadele ve gollerle haftanın kapanmasının uzun süre konuşulup, Türk futbolunda iyi şeyler oluyor mevzuuna bağlanmasının gerektiği haftada tüm bu güzellikler Federasyon başkanlığı adaylık sahnesinde kaybolup gitti.
Futbolu kurtaracak esas enerjiyi sağlayacak esas şovun yani tribüne ve televizyona taraftar çekip büyüme işinin ateşinin yandığı haftada yaşananlara bakar mısınız?
Önce, futbol taraftarı olarak, tüm futbolculara, teknik adamlara bu unutulmaz hafta için teşekkür edelim, sonra Futbol Federasyonu başkanlığı kesin gibi görünen Sayın Yıldırım Demirören'e başarılar dileyerek başlayalım.
Demirören, Türk ekonomisinin en güçlü olduğu dönemde ama Türk futbol ekonomisinin kulüp borçları nedeniyle yere kapaklandığı bir dönemde başkanlığa geliyor.
Avrupa'da ülkeler batma noktasına, ekonomisi iyi ülkeler yavaşlama dönemine girerken Türkiye ekonomisi dinamizmini koruyor. Avrupa, futboldaki krize 90'lar ve 2000'lerin başında çözüm buldu. Hâlâ kısmen sorunlar yaşansa da kulüp ekonomileri ve lig işleyişleri rayına oturmuş, rasyonel yönetimler kurulmuş durumda.
Türkiye'de ise 2000 yılında 4 büyük kulübün toplam borcu 100 milyon TL iken, bugün 1,2 milyar barajını geçti. Ülkenin ekonomisi gelişip, sponsorların ve televizyonların futbol ilgisi tavan yaparken akan paranın kaybolmasının faturalarını ödüyoruz.
Şimdi işin garip tarafı sponsorların alternatif alanlar aramaya başlaması, televizyonların eski ilgilerini yitirme noktasına gelmesiyle borcun futbol üreterek kapatılmasının gittikçe zorlaşıyor olması..
Demirören'in işlerin bu kadar karmaşık olduğu bir safhada sorunları, bu haftayı yani ürünün son sürümünü göz önüne alarak "futbolda ürünün geldiği son nokta kurtuluş reçetemiz olmalı" düsturuyla kucaklaması ne kadar doğru bir yaklaşım olurdu.
Ne var ki, Sayın Demirören'in başkanlığa geliş argümanı "Türk futbolunu kaostan çıkarmak" olacak.
Futbolun tarihî açıklar verdiği, bunun bir kısmının başkanlığını yaptığı kulübe ait olduğu göz önüne alınırsa tek gündemin sadece UEFA, bilhassa Fenerbahçe, Türk ligi arasındaki çözümsüzlüğe odaklı olması iyimser bir gelecek vaat etmiyor.
Peki bu karmaşanın içinden herkesi memnun ederek çıkmak mümkün müdür?
Görünen o ki daha seçime gidilmeden bile konsensüs sağlanmış değil. Demirören yerine başkası olsa da birbirlerini asla anlamayan, inanmayan cepheler oluşmuş futbolumuzda çözüm mümkün değil..
Açıkçası, futbol üzerine sadece ortadaki kaosu çözme söylemiyle değil, millî takımlar, altyapılar, kulüp sorunları, yabancı sayısı, 6222 No'lu yasanın tadili gibi birçok konuyu çözme azmiyle gelinmesi kamuoyunda daha heyecanlı bir hareket olarak karşılanırdı.
Yıldırım Bey'e süre verip olacakları izlemek adil bir davranış olur. Bu oyunu seviyorsak onu kurtarmak için öne atılan herkese önyargısız yaklaşmalıyız ama insan soramadan edemiyor:
Amaç Türk futbolunun daha çok oyuncu yetiştirmesi, daha hızlı ve isabetli paslar yapması, duran toplardan gol yemeyen milli takım yaratılması, ligde rekabetin eşit şartlarda yaşanması için çalışarak kurtarmak mı yoksa har vurup harman savrularak kaybedilen milyonlarca doların faturasını ödemek için devlete yaslanarak yanlış yapanları kurtarmak mı?
Türk futbolunda esas kaos ülkedeki şirketlerin, KOBİ'lerin, küçük esnafın tarihte görülmemiş vergi denetimi ve kayıt içine zorlanmasına rağmen ayakta kalıp büyümelerine karşın, kulüplerin tarihte görülmemiş devlet hoşgörüsü, kayıtdışılık ve laubalilikle küçülmeleridir.
Mesele ekonomik çöküştür, yoksa başka bir şey olamaz..
UEFA KUPASI KURTULUŞ REÇETESİ OLUR
Portekizli çocukların Braga ve Gençler maçındaki oyunları Beşiktaş taraftarını mutlu etti. Avrupa başarısını getirebilecek bir kadroya sahip olan Beşiktaş'ın son 4'e kadar ilerlememesi için ortada bir neden yok. Fernandes gibi bir virtüöz, Q7 ve Almeida gibi iki büyük hücum silahı, Egemen ve Sivok gibi sağlam iki savunmacı, Ernst, Veli, Tanju gibi emekçilerle, Carvalhal gibi gerçekçi bir teknik adamla bu rahatlıkla başarılabilir. Ligde hafta sonu olası Galatasaray mağlubiyeti ile puan farkı 14'e çıkacağından şampiyonluk neredeyse hayal olacak. Çünkü play-off'a 7 puan geride başlayacaksınız. Dolayısıyla Galatasaray maçı bu yılın en kritik sınavına, sonucuna göre hedefin revize edileceği bir kader karşılaşmasına dönüşüyor.
Kötü senaryo halinde UEFA Kupası'nda vitrinde kalmanın önemi ortada. Demirören'in Federasyon başkanı olması durumunda kemerler sıkılacak, borçların azalması için bazı oyuncuların gönderilmesi gündeme gelecek. Bu yüzden Q7, Fernandes, Almeida üçlüsünden hacimli bir bonservis getirisi sağlamak maksadıyla yüksek performans sağlamalarını temin etmek lazım.
Demirören'den sonra ne olacak sorusuna, riskleri azaltmak için yapılacak ilk iş eldekileri iyi fiyata satıp hem kısa vadeli nakit akışını düzenlemek hem de maaş yükünü azaltacak önlemler almak cevabı akıllıca olur.
İlle de UEFA Kupası.. Başka seçenek görünmüyor.
Gerçi Fernandes İstanbul'un en sakin semti Kandilli'den, en canlı semti Ortaköy'e taşındığına göre ya bu kadar oynadığım yeter moduna girecek, ya da buradan hiçbir yere gitmeyecek diye huylanabilirsiniz.
Konuşulanlara bakın
22 Şubat 2012 10:44