Euro 2012 elemelerinde 30 muhtemel puanın 17’sini topladık, Belçika ve Avusturya’nın üstünde grubu ikinci sırada tamamladık.
Ama dün sokakta kimle konuşsanız, gazetelerde kimi okusanız (Avusturya-Belçika’nın üstünde olmamıza değil, Almanya’nın çok altında olmamıza bakarak) mutlu değil...
Aşağı yukarı herkes neden grup birincisi olamadığımızı ya da neden 13 puan fark yediğimizi sorguluyor. Aslında ben de mutlu değilim, ama benim mutsuzluğumun nedeni başka...
TARİHSEL GERÇEKLER
Öncelikle çok yalın bir gerçekle başlamak lazım: Biz, tarihimizde hiçbir grubu birinci bitirmedik! Modern zamanlarda ilk kez 1996’da bir ikinciliğimiz var; o günden beri katıldığımız 9 eleme grubunun 7’sinden ikinci, 2’sinden de üçüncü ayrıldık. Yani bu takım bu grubu ikinci bitirdiği için başarısızsa Mustafa Denizli de, Şenol Güneş de, Fatih Terim de aynı kriterle başarısız sayılmalılar.
Eğer 2002’de ve 2008’de büyük turnuvalarda yarı final yapmamıza bakarak çıtayı grubun zirvesine koyuyorsak; galiba o şampiyonalarda dahi Almanlar’ın final oynamış olduğunu unutuyoruz.
HEDEF BELİRLEME
Şimdiye kadar birinci olamamamız tabii ki hiçbir grubu zirvede bitiremeyeceğimiz anlamına gelmez; ama bazı tarihsel verileri kabullenmek hedefleri doğru yere koyma, ölçme değerlendirme yeteneğimizi artırır. Bir gün dünya şampiyonasında 100 metre yarışını bir Türk sprinter kazanabilir; ama bu senin sürekli Jamaikalılar’ı geçeceğin anlamına gelmeyecektir. Bir gün bir Türk yazar Nobel Ödülü’nü kazanmıştır, ama bu bize 21’inci yüzyılda Rus Edebiyatı’ndan fazla okunmayı getiremeyecektir.
Aslında futbolda da böyle basit gerçekler söz konusu... Avrupa’nın bir tepe yedilisi var (Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Fransa, Hollanda ve Portekiz) ve bu ülkeler hemen her turnuvaya katılıyorlar. Bizim Avrupa futbol haritasına dahil olduğumuz 1996’dan beri düzenlenen 8 turnuvaya bu ülkeler (toplam 112 biletten) 53 bilet almışlar (Almanya, İspanya, Fransa ve İtalya 8’de 8 yaparken; İngiltere, Hollanda ve Portekiz birer turnuva kaçırmışlar).
Dünya Kupası’na Avrupa’dan 13 ülke gidiyor. Avrupa Şampiyonası’na da 14 bilet söz konusu... Bu 13-14 biletten 7’sini zaten hep aynı ülkeler alıyor. Yani aslında 46 UEFA üyesi ülke, geriye kalan (ortalama) 7 bilet için kapışıyorlar. Bu ülkeler arasında bizim de içinde bulunduğumuz 15-16 takım favori konumdalar (Türkiye, Hırvatistan, Yunanistan, Norveç, Rusya, İsveç, Danimarka, Sırbistan, İsviçre, İrlanda, Belçika, Çek C., Ukrayna, Romanya, İskoçya, Avusturya gibi).
Yani özetle bu 15-16 ülke her elemede bu 7 bilet için kapışıyorlar. Bazen bir yedili o biletleri kazanıyor; bazen başka bir yedili... Bazen bunların içine Türkiye giriyor, bazen giremiyor. Aslında herkesin iddia ettiği gibi biz (son 8 şampiyonanın 4’üne katıldık diye) turnuva istikrarsızı filan değiliz, 4 kez katılan Rusya da istikrarsız değil, Romanya da... İşin doğası gereği, bazı matematik gerçekler gereği, ortada 15 güvercin ve 7 yuva olduğu için, bazı güvercinler ara sıra yuvaların dışında kalmaya mecbur...
NESİL KONUSU
Avrupa’nın birinci halkasını oluşturan (Almanya-İngiltere gibi) 7 ülke, zaman zaman futbolcu jenerasyonları kötü bile olsa (turnuva alışkanlıkları gereği, bazı maçları sadece formaları/logoları dahi kazanabildiği için) büyük şampiyonalara sürekli gidiyorlar. Ama onları takip eden (Türkiye, İsviçre, Belçika gibi) ikinci halka ülkeler, ancak iyi bir nesil yakalamaları halinde iyi işler yapabilirler. Danimarka 92’de, İsveç 94’te, Çekler 96’da, Hırvatlar 98’de, Türkler 2002’de bu nesilleri yakalamışlar; büyük işler yapmışlardır mesela... Ama bu ülkelerin (Hollanda-Fransa gibi birinci sınıf ülkeler gibi) formaları dahi maç kazanamayacağı için her turnuvaya gitmelerini beklemek mantık dışıdır...
Biz birinci altın neslimizi Akdeniz Oyunları’93’te yakaladık. Hakan, Sergen, Tugay, Alpay ve arkadaşları bizi Dünya üçüncülüğüne kadar taşıdılar. İkinci altın neslimizi Euro 2004 ümitler elemelerinde bulduk; Volkan, Servet, Tuncay, Nihat, Hamit ve arkadaşları bizi 2008 yarı finaline çıkardılar. Şimdi üçüncü bir altın nesil arayışındayız... Arda, Nuri, Serdar, Selçuk, Burak bizi heyecanlandırıyorlar; ama bu çocukların bizim üçüncü altın neslimiz olup olmadığını tarih gösterecek. Bu grup ikinciliğinin başarı mı başarısızlık mı olduğunu şu anda kestirmek çok güç... Belki Belçikalılar da Lukaku, Witsel, Defour, Kompany’la bir altın nesil yakaladıklarını düşünüyorlar; ama onların da Gerets, Schifo, Ceulemans, Pfaff olup olmadıklarını zaman gösterecek.
İSTİKRAR
Tabii ki ikinci halka ülkeleri birbirinden sadece oyuncu kalitesi (yani altın nesiller) ayırmıyor... Ama bizim futbola dair diğer enstrümanlarda da başarımız ortada: Rakip Almanya’nın hocası Löw 7 yıldır orada (5 A takım hocalığı + 2 yardımcılık dönemi)... Bizim 88 yıllık cumhuriyet tarihimizde 5 sene aralıksız çalışan hocamız yok!
Yine Almanya’nın sportif direktörü Sammer (hocalık kariyerinde Bundesliga şampiyonluğu, UEFA Kupası finali gibi başarılar da olmasına rağmen) tam beş buçuk yıldır Almanlar’ın altyapı organizasyonuyla uğraşıyor. Bizse aynı görevi verdiğimiz Yanal’la 19 ay sonra mahkeme yolundayız.
Yani hem organizeler. Hem istikrarlılar. Hem uyumlular (6 Bayern Münihli etrafında çok iyi bir iskelet kadro yakalamışlar). Hem kaliteliler (6’sı Avrupa’nın hiçbir kupasında olmayan Türk milli 11’ine karşı 10 Ş.Ligi oyuncusuyla sahaya çıkacak bir oyuncu listesine sahipler). Ve biz istikrarsız, organizasyonsuz, uyumsuz ve hatta kalite belirsizi halimizle onları geçmekten bahsediyoruz!
VE MUTSUZLUK...
Büyük planda bizim dünya futbolundaki yerimiz bu... Genelde sekiz ile on sekizincilik aralarında bir yerlerde dolaşacağız; bu aralıkta nerede bulunacağımızı kalitemiz, organizasyonumuz, anlık performanslarımız belirleyecek... Bu gerçeği bir Türk duygusallığı içinde değil, bir Kuzey Avrupalı soğukkanlılığıyla hadisenin dışına çıkıp görebilmemiz gerek.
Tabii ki bir de madalyonun öteki yüzü var (Ki Türk medyası hep birlikte 50 yıldır yalnızca bu yüzde dolaşıyoruz).
Bizim diğer ikinci halka ülkelerden bir ekstramız söz konusu: Şu futbol işinde acayip tutkuluyuz. Organize değiliz ama istekliyiz. İstikrarlı değiliz ama patlayıcı gücümüz var. Taktik disipline sahip değiliz ama vazgeçmiyoruz... Takım bütünlüğümüz yok ama birey birey garip işler başarabiliyoruz... Zaten Almanya’nın yüzde yüz organize olduğu, topa hükmettiği ilk 45 dakikada daha fazla net pozisyonu bulan tarafın biz olmamızı da başka türlü açıklamak güç... Galiba Hiddink’in anlayamadığı ya da ikinci planda bıraktığı konu da bu.
İşte bu noktada Hiddink’in yerli yardımcılarına iş düşüyor... Bu eksik-gedik satırların yazarının da bu işe başlamadaki en önemli motivasyonu (zaten köşenin klişesinden de anlaşılacağı üzere) glokalizasyon kavramıdır. Bizim takımın en başarılı olacağı an; global düşünüp, lokal hareket edebildiği andır.
Sayın Hiddink... Organize olmak için tutkumuzu yitirmemeliyiz biz... Taktik disipline sadık kalma adına patlayıcı/anlık gücümüzden vazgeçmemeliyiz... Yarım yüzyıllık engin futbol tecrübenizle bizim milli takım için doğru karışımı yakalayabileceğinize eminiz. Ve bu doğru karışımı play-offlarla finallerde izleyeceğimizi umut ediyoruz.
Türkler otobüse binmeden maç kazanılmaz Sayın Hiddink... Sizin de o otobüste olduğunuzu unutmamanız dileğiyle.
En samimi sevgi ve saygılarımızla...
Hiddink’e açık mektup...
13 Ekim 2011 12:30