Bizim sevimli çocuklar yine işbaşındaydı. Sevimli çocuklar kim mi? İ.B.B takımının genç, zeki, mizah ustası taraftar grubu Boz baykuşlar kastettiğim.
Aşağıdaki haberde daha ayrıntılı olarak tanıyacağınız futbolumuzun bu sevimli çocukları geçen pazar Taksim Meydanı'nda Galatasaray maçına gitmek için toplandıklarında ellerinde zekice hazırladıkları iki pankart, yanlarında enerjilerine hayran olup onlarla maça gitmeye karar veren iki Alman turist vardı.
Hikâye şöyle: Bizim çocukların Bele-diye'nin tahsis ettiği otobüsle (bu kez körüksüzmüş) Olimpiyat Stadı'na gideceğini öğrenen çift, tereddütsüz onlara katılır. Yolculuktaki neşeye bayılmış olacaklar ki stada gider gitmez 40 TL olan maç bileti yerine 50 TL vererek tüm İ.B.B. maçları için kombine alırlar.
Sanıyorum bir Türk kulübünün kombinesine sahip ilk yabancılar olarak tarihe geçtiler.
Ülkelerine dönünce 40 TL ile 50 TL arasındaki farkı nasıl anlatacaklar bilemiyorum ama bu hikâyenin şimdiden ikiden fazla Alman vatandaşını İ.B.B. taraftarı yapmaya yeteceğine eminim. Alman altyapısından yetişen genç çocukların futbolumuza kaynak olmaya başladığı bu dönemde acaba dünyanın en tutkulu futbol taraftarlığını içinde barındıran Almanya'dan seyirci transferine mi başlasak!
Aslında mesele gayet açık; önümüzdeki yıl Avrupa Spor Başkenti İstanbul olacak. Böyle bir kampanyayı yürütürken ister büyük ister küçük olsun futbol kulüplerinizin çekiciliğini kullanmak bir hüner meselesi...
Yılda milyonlarca insanın ziyaret ettiği Avrupa'nın büyük şehirleri spor turizminden hatırı sayılır gelirler elde ediyor. Şayet yolunuz Milano, Barcelona ya da Madrid'e düşerse ister istemez gözünüz lig fikstürüne çevrilir. Eğer ekranda izlediğiniz yıldızları canlı görme imkânınız varsa elinizdeki pasaportu veznedeki görevliye uzatmanız yeterli. İki dakika içinde adınızın yazılı olduğu bileti alır, tribündeki yerinize geçmek için merdivenleri tırmanmaya başlayabilirsiniz. Haliyle adınız soyadınız ve Milan ismi aynı kâğıt parçasının üzerinde yazılıysa artık manevi değeri nedeniyle o kâğıt parçası koleksiyonunuzun bir parçası olmuş demektir.
Özellikle son 10 yılda Barcelona ve Real Madrid'in maç günü biletlerinin çoğunun ülke dışından gelen yabancılara satıldığı biliniyor. Geçtiğimiz hafta başında 3.000 Türk, Milano'ya Trabzonspor'a destek vermek amacıyla gitti. Unutulmaz, keyifli bir hafta içi seyahati yapıp çarşamba akşamı maçı izleyip güle oynaya döndüler. Malum, Milano Moda Haftası nedeniyle Milano'ya akan yüzlerce dünya vatandaşı için İnter'in oynayacağı Avrupa kupası maçı oraya kadar gelmişken kaçırılmaz bir fırsattı ve yine yüzlerce insan Guiseppe Meazza'nın gişeleri önünde sıraya girdiklerinde İnter'in bu Türk takımına karşı galibiyetini umarken kaleci Tolga ile tanışmış oldular. Maça bakarken kaçırdığımız detay bu işte! Oyunun teknik açılımını görebiliyor, oyuncuların bireysel yeteneklerini tribünlerin enerjilerini hissedebiliyoruz ama o kalabalığın kimlerden oluştuğuna hiç dikkat kesilmiyoruz.
Birçok Milano turisti o akşam Trabzonspor takımının İnter galibiyetine Türklerin horonuna kolbastısına şahit olarak ayrıldı Meazza'dan... Yedikleri pizzanın, makarnanın tadına yeni bir lezzet eklemişlerdi ek olarak...
Parmesan kıvamında bir futbol deneyimiydi. Zaten her ikisini de sofrada eşsiz kılan tad o değil mi?
Muhtemelen bir başka Alman'ın adı soyadı ve Trabzonspor'un yazılı olduğu bilet koleksiyonlarda cansız, Trabzonspor ve Tolga zihinlerde canlı olarak yerini aldı.
Şu veya bu şekilde futbol evrensel bir virüs gibi. Bulaşıcı ve bulaştığı bünyeleri ilk tarif ettiği anlamın aksine yıpratmıyor, söz konusu spor olunca onarıyor. Bizdeki örneğinde uysal, sevimli ve mizah zekâsına sahip bir taraftar grubunun, İtalya'daki örneğinde şehrin, şehrin takımının ve şehirdeki bir başka etkinliğin stada götürdüğü insanlar, futbolun Evliya Çelebi'leri de bu oyunun bir parçası. Dün akşam Trabzonspor-İ.B.B. maçını izlerken yüzümdeki gülümsemenin sebebi Alman çiftin sahibi olduğu Türkiye Süper Ligi kombine kartı ile bir başka yabancının elindeki İnter-Trabzonspor Şampiyonlar Ligi maçı bileti olabilir mi acaba?
Onu gerçekten bilemiyorum ama 3 yıl önce İnönü Stadı'ndaki bir maça girmek için dört dönen iki yabancıyı içeri sokabilmek için verdiğimiz uğraşın yorgunluğunu hissettiğimi itiraf edebilirim.
Yorumunu size bırakarak, oyunun tribünlerde yeni insanlara açılmasının gerekliliğine çekmek istiyorum dikkatleri. Yılların müdavimlerinin, efsane tribünlerin, efsane tribün gruplarının yanına yeni ve meraklı gözlerin katılımını sağlamak için 2012 Avrupa Spor Başkentliği harika bir imkân yaratmaz mı? 2012'ye özel basılacak biletlerde adınızın olması onu bir kâğıt parçasından ziyade bir hatıraya, yeni bir bağlılığa taşımaz mı?
TFF ile Spor AŞ futbolun bu harika diline yeni bir katkıyı düşünmezler mi acaba? Örneğin şimdilik bayan ve çocuklar için ayrılacak bölümlere turistleri de konuk ederek başlasak Spor Başkentliği işine...
Virüsü salsak sonra da alışan ayakları gişelerin önünde ağırlayıp atsak içeri...
Boz baykuşlar, farkına varmadan da olsa büyük ilham verdiler..
Tribünlerin yeniden futbolun kıblesi olmasını sağlayacak akla sahibiz biz, biraz sevmeye çalışsak. İyi pazarlar..
Her şey bilet ile başlar
18 Eylül 2011 13:35
