Milli Takım Belçika karşısında yeni bir felaketin eşiğinden döndü. Özellikle ikinci yarıdaki akıl almaz derecede pasif oyunumuzun sonucu olarak ağır bir yenilgiye uğrayıp 2012 defterini kapatabilirdik. Gerçi şimdi de kapının ne kadar açık olduğu tartışılır ya biz işe olumlu yanından bakalım.
Futbolda her takımın kötü günü hatta dönemi olabilir. Ancak bizimki bundan farklı bir durum. Yaşadığımız korkunç performans dalgalanmaları nedeniyle bir türlü istediğimiz noktaya gelemiyoruz.
Elbette ki bir Almanya olabilmemiz mümkün değil. Çünkü çok farklı düşünce ve davranış yapısında uluslarız. Hiç değilse bulunduğumuz 2. kategorinin hakkını verebilecek durumda olsak, ona da eyvallah diyeceğiz.
2010 Dünya Kupası elemelerinde grubumuzun 4. kategori takımı olan Bosna-Hersek elemelerde ikinciliği elde edip baraj oynama imkanını buldu, biz bu hedefin bile uzağında kaldık. Bu kez de benzer bir durum yaşamak üzereydik.
Peki biz sürekli olarak bu azabı yaşamak zorunda mıyız? Bu işin böyle insanın içini karartan zikzaklar dışında başka bir yolu yok mu? Oradan yürüyerek hedefe ulaşamaz mıyız?
2002'de Dünya Kupası 3.lüğü kazanmış, 2008 Avrupa Şampiyonası'nda bu başarısını tekrarlamış bir takımın daha sağlam çizgisinin olması gerekir. Elbette ki futbolda her zaman sürprizler vardır ama temel çizgi önemlidir. Biz bir türlü bu aşamayı yapamıyoruz.
Milli Takım'ın geride kalan 481 maçlık bilançosunda son 100 karşılaşma ile öncekiler arasında çok ciddi bir başarı farkı var. Türkiye uluslararası alanda başarı denilen kavramı 1990'ların ortalarına doğru tanıdı. Geride bıraktığımız 15 yılda önemli işler yapıldı ama yetmiyor, daha fazlasını yapabiliriz.
Günümüz Türkiye'sinde futbola ayrılan para ve öteki imkanlar açısından Avrupa'da 6. sırada gösteriliyoruz. Ancak iş başarıya geldiği zaman çuvallıyor ve çok daha gerilere düşüyoruz. Bununla ilgili olarak da yıllardır bir yığın mazeret dinliyoruz. Tuğrul Akşar kardeşimiz, futbola giren para arttıkça başarının düştüğü yolundaki gerçeği ortaya koydu. Galiba dünyada bunu başarabilen tek ülke biziz!
Hayır, bu konudaki mazeretlerin hiçbiri geçerli değil. Çünkü rakiplerinizin de benzer türden sorunları mutlaka oluyor. İşte Belçika da maça en önemli 3 adamından yoksun çıkmak zorunda kalıp ilk maçta bize 2 gol atmış olan Van Buyten'i de kenarda oturttu. Buna karşılık bizi sahadan silecek bir etkinlik gösterdi.
Biz buna benzer pek çok konuda yeterince ciddi değiliz. Ayrıca planlı ve disiplinli şekilde çalışmıyoruz. Sadece zaman zaman ayranımız kabarıyor ve şaşırtıcı işler yapabiliyoruz. Böyle bir anlayışın günümüz dünyasında yeri yok. Süreklilik kazanmayan başarılar pek ciddiye alınmıyor.
Artık başka bir boyuta geçmeyi becermemiz gerekiyor. O da çok zor değil. Bugüne kadar böylesine kaotik bir ortamda yapabildiklerimiz, ciddi, disiplinli ve planlı çalışmayla çok daha fazlasını yapabileceğimizi gösteriyor. Buna bir türlü yanaşmayışımızı kabullenebilmek kolay değil.
EMRE HAKLI BEYLER!
Emre Belözoğlu pek sevilen biri değil. Özellikle Macaristan maçındaki hareketi nedeniyle spor gazeteciliği camiasında da sempatik bir adam olduğu söylenemez. Bunu da pek umursamıyormuş gibi davranıyor.
Maçlardaki artık gösteriye dönüşen kazanma hırsı doğrultusundaki tatsız davranışları, hakemlere ve rakiplere saygı konusunda pek fazla bir derdinin olmayışı gibi etkenler de onu sevimsiz kılan noktaları oluşturuyor.
Üstelik bizim sevdiğimiz futbolculara karşı davranışlarımız da pek farklı olmuyor. İşte bunun en açık örneğini de Arda oluşturuyor. Güya onu hepimiz seviyor ve beğeniyoruz ama ona neler yaşattığımız da ortada.
Ancak bunlardan yola çıkarak Emre Belözoğlu hakkında yazılıp söylenenler hatta bunun da ötesinde kulaklara fısıldanıp duranlar, insanı onun davranışlarından daha çok tiksindiriyor. Özellikle yıllar önce yaşanmış bir trafik kazasının fısıltı gazetesi aracılığıyla tekrar tekrar gündeme getirilmeye çalışılması düpedüz iğrenç.
O işin aslını faslını bilenler biliyor. Bilmeyenlere de anlatmak çok gerekmiyor. Emre'nin o olayda bir hatası olup olmadığı bir yana sonrasında yaptıklarıyla bu tür aşağılık dedikoduları değil tam tersine takdiri hakettiğini söyleyebiliriz.
Son mesaj olayı da önce komedi olarak başlayıp sonra memleket usulü bir rezalete dönüşme yolunda ilerliyor. Bu kadar zeka düzeyi düşük bir saçmalık elbette ki hepimizin ilgisini çekiyor. Hele bunun şampiyonluk yarışını etkileyebilecek bir durum oluşu, iştahları büsbütün kabartıyor.
Üstelik, bazılarının ölüm-kalım maçı olarak nitelendirdikleri bir milli karşılaşma öncesinde bütün bunlar yapılıyor. Emre'nin yaklaşık 10 gün boyunca bu konuda ağzını açamayacağını bilenler, giydirdikçe giydiriyor.
Oysa normal zeka düzeyindeki insanlar korkunç iddia olarak ileri sürülen çocukluklara gülüp geçerler. Ne yazık ki bizim memlekette bu tür komiklikler mutlaka bir facia haline getiriliyor. Başka türlü rahat edemiyoruz.
BU KEZ İŞ CİDDİ GÖRÜNÜYOR
Bursaspor-Beşiktaş maçının oynanamayışına yol açan olaylar sonrasındaki tutuklamalar, ilginç boyutlar kazanıyor. Açıkçası bugüne kadar buna benzer olaylarda göstermelik diye nitelendirilebilecek birkaç tutuklama ile yetinilir, onlar da mümkün olabilecek en kısa sürede serbest bırakılır, iş kapanırdı.
Hatta 40'ın üzerinde Ankaragücü taraftarının İstanbul'daki Galatasaray maçı öncesinde ellerinde bıçaklarla adam kovalama gibi bir suç yüzünden gözaltına alındıktan sonra biri bile tutuklanmadan serbest kalmaları gibi durumlar daha da sık yaşanırdı. M.Demirkol kardeşim bu akıl almaz olayı defalarca yazdı, pek kılı kıpırdayan olmadı.
Bu kez öyle sanıyorum ki sadece yeni yasayla ilgili duyarlılıktan çok Bursa Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü'nün de kendini hakarete uğramış gibi hissetmesi etkili olmuş görünüyor. Çünkü sayın Valinin Beşiktaş taraftarının maça gelebilmesi yolunda ortaya koyduğu uygar tavır, düpedüz dinamitlendi.
Şiddet olayları içinde yer alan kişilerin hiçbir kentte polisin ilgi ve bilgi alanı dışında kaldığını sanmıyorum. Ancak bizim memlekete özgü birtakım durumlar nedeniyle Bakan Özak'ın bütün memlekette 3-4 bin kişi olarak sayılandırdığı bu kişilerle bir türlü başedilemiyor.
Buna benzer olaylarda yasaların tam olarak işletilip suçluların gerektiği gibi cezalandırılmasından fazla bir umudumuz yok. Çünkü ülkemizi yeterince tanıyoruz. Sadece arada bir devlet gücünün böylesi parlayışları bile ileriye doğru birkaç adım atılmasını sağlayabilir. Elbette ki yetmez ama artık ona da şükür deme noktasındayız.
Hep bunu yaşayacak mıyız?
05 Haziran 2011 13:13