Bir evde TV kumandasının gövdesine sarılı yapıştırma bantları yaşanmışlığın göstergesidir. Ekran karşısında geçirilen zamanın sayacıdır yapışkanlar. Dile gelir birlikte geçen keyifli saatleri anlatır.
Pazar akşamı eline kumandası yapışanlarınız oldu mu bilmiyorum ama hem Amrabat'ın adam geçişlerini, hem Burak'ın iki dakikada kopardığı fırtınayı hem de Galatasaray'ın 3000'inci golünü izleyip gecenin futbol menüsünden faydalanmak öyle kolay değildi. Kumandayı elden bırakmadan hele hiç mümkün değil! Harika futbol menüsünden tadabilmek için çatalı kullanırken bolca şansa ihtiyacınız vardı. Kendi adıma Nobre'nin şahane golünü, Rajnoch'un kendi kalesine attığı Galatasaray'ın 3000'inci golünü yakaladığım için mutlu olsam da Burak'ın iki golünü kaçırmanın hayıflanmasını yaşadım diyebilirim. Sadece goller mi tabii ki fazlasını yakalamak isterdik. TFF'nin üçü bir yerde formülü tutmadı. Mersin İ.Yurdu onca sene sonra lige çıkıp deplasman korkusu olmadan açık ve gerçekçi bir futbol oynuyor, canlı canlı göremiyoruz. Kayserispor birçok şehirde olsa böyle kötü bir başlangıçla darmadağın olurken tüm hatlarıyla yarınlara sağlam basıyor şahit olamıyoruz. Ankaragücü her şeye rağmen futbol deyip, kendisinden katbekat güçlü Galatasaray'a direniyor her anına göz atamıyoruz. Bandı ileri sarma kıvamında geçen, oyuncudan teknik adama, yayıncıdan yazara herkesi yoran hızlı fikstürün finali böyle mi olmalıydı?
Federasyon cevabını kendi doğrularıyla verebilir ama bir yaşanmışlığa kıydığını da bilmelidir.
YORGUNLİG
Konu hızlı fikstürden açılmışken; pazartesi akşamı Gaziantep maçı sonrası, demeçleri arasına 'yorgunluk' cümlesini iliştiren Carvalhal'i es geçmeyelim. Ya da onun sözleri üzerinden futbolumuzun yeni tempoya olan uyumundan. Malum Beşiktaş hızlı oynanan, pasa dayalı ve fizik mücadelesi yoğun bir Stoke City maçının ardından gelmişti Gaziantep'e... Tek puana razı olan C.Carvalhal maç sonunda 24 günde 7 maçın verdiği yorgunluğun altını çizdi. Hatırlayın Stoke maçı sonrası sahadaki sertliğin (illegal olduğu iddia edilemez oyun gereğiydi) takımını yıldırdığını ve oyuncuların yüzünün gözünün şiştiğini söylemişti.
Yıllardır öykünülen İngiltere haftada üç maç oynuyor tespitlerinin boşunalığının ispatıydı pazartesi finali..
Birincisi onlarla teke tek oynadığımızda kimi zaman üstün olup maç kazansa da, onların temposunda bir fikstüre girdiğimizde işimizin öyle kolay olmadığını gördük.
İkincisi bir İngiliz takımının elindeki kadroyu kullanırken (orada, Premier Lig dışında, lig kupası, FA Cup, Avrupa Kupaları kulvarında koşuyorsunuz) ne kadar çok yönlü ve derinlikli davrandığını öğrendik.
Geçen yıl aynı Gaziantep'te Atınç, Muhammet, Cumali, Furkan, Doğukan, Onur gibi genç isimlerle ışıltılı bir saha içi enerjisi veren Beşiktaş ile Alex Ferguson'un asların yokluğunda sahaya sürdüğü gençler arasında ne fark olabilir?
Tabii ki var! Bizimkilerin A takım kadrosuna katılmaları pek imkan dahilinde görülmezken diğerleri her zaman yama yapılarak ya da tamamen sahaya sürülerek büyüyorlar. Bakınız geçmişte bizim takımlara karşı Avrupa kupalarında genç takımlarla çıktıkları maçlara... O gün kaybettikleri bir maçın sonraki yıllarda onlarca hatta yüzlerce galibiyetin bedeli olduğunu inkar edebilir miyiz?
Bunları bırakın Carvalhal kenarda ileri kateden Hilbert, Ernst, Veli gibi isimleri bekletti.
Hızlı fikstürün Avrupa ayağıyla birleşmesinden ortaya çıkan manzara neden asla kendimizi İngiltere ile kıyaslamamamız gerektiğini gösteriyor. Bir de bu koşuşturmanın içine girecek Türkiye Kupası'nı düşünün!
Pazar günü aynı saate sığdırılan üç maç, enerjisi düşük pazartesi akşamı manzarası ile ilk 5 haftanın bir özetini yapıp gelecek haftalara hem federasyon hem teknik adamların kadro kullanma planları açısından bir kez daha gerçekçi bakmakta fayda var. Atlamamak lazım, son hafta hakemlerin daha fazla hata yapmış olmasını sıkıştırılmış fikstürün verdiği jet-lag halinden ayıramayız. Hele hele ülkenin gözde hakemi Cüneyt Çakır uluslararası maçlar dahil üç ayda evine üç gün bile gidememişken!
MİLLİLİK!
Bu arada geleceği planlaması için göreve getirildikten sonra hemen hemen yarıdan fazlasını aynı kurul üyelerinin oluşturduğu yeni futbol heyeti tarafından görevden alınan Ersun Yanal vakası ile yıllarca genç takımlara hizmet edip büyük adımlar atmış Abdullah Ercan'ın birdenbire kulüp takımı çalıştırma kararı almasının bir tesadüf olduğuna inanmak istiyor insan... Yıllardır İngiliz lig sistemi ve takımları üzerine methiyeler düzse de Alman futbol felsefesini şiar edinen Türkiye Sepp Herberger-Helmut Schön-Jupp Derwall zincirini örnek gösteren elitler yetiştirmiştir. Yani milli takımlarda teknik adam devamlılığının sonuca etkisi övülmüştür. Cuma günü Klinsman-Löw halkasının yarattığı bir Alman Milli takımı ile maçımız varken insan ister istemez Ömer Toprak bizi seçmiş, Mesut Özil onları seçmiş tartışmalarının anlamsızlığını hissediyor.
Milli takımın Almanya gibi içinde Türk esintileri olan (Bir zamanların stajyer Löw'ü ve Zonguldaklı Mesut'u) stratejik bir takıma karşı oynayacağı haftanın olaylarına bakar mısınız? Türk-Alman entegrasyonunun 50'nci yılında bizim milli takımın altyapısını düzenlemekte görevli iki önemli isim şu veya bu sebeple yerlerini değiştirmek zorunda kalırken, milli hocamızın basın toplantısını gazetecilerin bile TV'den izlemeyi tercih ettiği bir ortamda kulüp takımlarının fikstür hızına ayak uydurmasından, Ömer Toprak'ın Türk Milli takımını seçmesinden bahsediyoruz..
Bazen düşünüyorum da futbolumuzda bir TV kumandasının beline sarılmış yapışkan bantların verdiği kadar bile yaşanmışlığa izin verilmiyor..
GaripLig...