Tuttuğu takım Avrupa Ligi finalini, hem de uzatmanın son dakikalarında kaybeder de insan hâlâ şen olabilir mi?
Ben öyleyim. Beşiktaş’tan sonraki takımım Fulham, tarihin ilk Avrupa Ligi finalini Atletico Madrid’e kaybetti ve biz binlerce taraftarla birlikte sessiz bir neşeyle terk ettik Hamburg Arena Stadı’nı...
Mutluyum, çünkü taraftar olmanın hiçbir şeyle bağımlı olmayan çoşkusunu yaşadım doyasıya... Gün boyu taraftarların arasındaydım. Atleticolular daha çok gençlerden oluşuyordu. Daha baskın ve çoşkuluydular. Fulhamlılar arasında yaşlılar ve çocuklar pek çoktu. Sanki evlerinden çıkmış, biraz ötedeki Craven Cottage’a gidiyorlardı.
Ben öyleyim. Beşiktaş’tan sonraki takımım Fulham, tarihin ilk Avrupa Ligi finalini Atletico Madrid’e kaybetti ve biz binlerce taraftarla birlikte sessiz bir neşeyle terk ettik Hamburg Arena Stadı’nı...
Mutluyum, çünkü taraftar olmanın hiçbir şeyle bağımlı olmayan çoşkusunu yaşadım doyasıya... Gün boyu taraftarların arasındaydım. Atleticolular daha çok gençlerden oluşuyordu. Daha baskın ve çoşkuluydular. Fulhamlılar arasında yaşlılar ve çocuklar pek çoktu. Sanki evlerinden çıkmış, biraz ötedeki Craven Cottage’a gidiyorlardı.
Mutluyum çünkü maç penaltılara kalmadı. Penaltılarla kazansanız da kaybetseniz de futbola haksızlık edildiğini düşünürüm hep. Tadım kaçar... Geçerken, hep tekrarladığım önerimi Şenes Erzik aracılığıyla Blatter’e ve Platini’ye ileteyim. Madem bir takım kazanana kadar maçları tekrar edemiyorsunuz, bari penaltıları berabere biten 90 dakika sonunda attırın. Uzatmalarda da eşitlik bozulmazsa penaltıları kazanan takım kupayı alsın. Böylece penaltıları kaybedene, uzatmalarda durumu lehine çevirmesi için bir fırsat verin. Inter-Bayern finali penaltılara kalabilir, ona göre...
SIRTIMDA 4. LİG FORMASI VARDI
Her şey bir yana, Arena Stadı’nın o harika atmosferine girince ve kupaya o kadar yaklaşınca anlıyorsunuz; biz rüyada gittik oraya, rüyada çıktık oradan. Rüyalarda da her zaman kazanamıyorsunuz ama o duyguyu yaşamak her şeye değiyor.
Başka takımlar için olağan bir şey olabilir Avrupa Ligi ’nde final oynamak... Ama Fulham diye, 131 yıllık hayatında en büyük başarısı 1975 yılında İngiltere Federasyon Kupası’nda final oynamak olan bir takımdan söz ediyoruz burada...
Hamburg soğuğunda, sırtımda Fulham ’ın Third Division’da, yani fiilen ‘dördüncü küme’de giydiği forma vardı çarşamba günü. 15 yıl kadar öncesinden kalma... O yıllarda Londra ’da haftasonu herkes takımının maçına gidiyor, biz öksüz kalıyorduk. Aradık taradık; Fulham diye siyah-beyazlı bir takım bulduk. Craven Cottege’a ayak bastığımızda renkdaş bir takımdan daha fazlasını bulduğumuzu anlamıştık. En dipteydi Fulham o zaman. Bizim için tek slogan vardı; “We are going up, we are going up...” (Yukarı çıkıyoruz) İlk mucize o zaman gerçekleşti ve beş yılda üç küme yükselerek Premier Lig’e çıktık. Artık bütün sorun aşağıya inmemekti.
Şimdi bizde efsaneler yazıldı ya, “Fulham 10 yıl öncesinden Avrupa’da final oynamak için planlama yapmış” falan diye... Ben böyle bir şey duymadım. Tam tersine, daha iki sezon öncesinde bu takım küme düşmekten mucize üç galibiyetle kurtulmuştu. Son maçta bitime 15 dakika kala attığı bir golle Premier Lig’e tırnağının ucuyla tutunmuştu.
Biz taraftarı olduğumuzda kulübün sahipleri 250 bin sterlincik toplamak için bağış kampanyası açmıştı. Britanya’da meşruiyet kazanmak için El Fayed aldı kulübü sonra ve Premier Lig’i hedefledi gerçekten. Ama sorunsuz olmadı bu. El Fayed kulübü başka yere taşıyarak Craven Cottege’a lüks residanslar yapmaya kalkıştığında taraftar örgütle-nerek dikildi karşısına. Hamburg’u da inlettikleri ‘Take me home...’ (Beni evime götür) ‘beste’siyle direndiler ve kazandılar... Mülkiyeti kimde olursa olsun bu tür kulüplerin gerçek sahibinin taraftar olduğunu hatırlattılar herkese.
RASTLANTILARI ZORUNLULUK KILAN ADAM
Şu anda kendi yağıyla kavruluyor Fulham. Kazandığı kadar harcıyor. Yine bizde yazılıyor ya, “Fulham’ın değeri şu kadar milyon avroymuş” falan diye... Takımın değeri şu anki 85-90 milyon avro olabilir ama maliyeti bunun çok altında. Birçok futbolcu bonservissiz alındı ya da alt kümelerden devşirildi. Son örnek, 21 yaşındaki savunmacı Chris Smalling... Binlerle ifade edilen bir paraya alındı, milyonlarla ifade edilen bir bonservisle Manchester United’a gidiyor... Planlama varsa burada var. Bu da cesaret istiyor.
Yoksa bu oyunda gerisi muhteşem rastlantılar... Geçen sezon Federasyon Kupası finalini Chelsea ve Everton oynamasa, Chelsea Şampiyonlar Ligi’ne gidip Everton ligde beşinci olduğu için doğrudan Avrupa Ligi’ne katılmasa, böylece Federasyon kupası finalistine ait olan Avrupa Ligi hakkı lig yedincisine geçmese, Fulham son hafta kazanıp yedinciliğe yükselmese bunların hiçbiri olmayacak ve ben bu yazıyı yazmayacağım.
Ne var ki işte o anda lig sıralamasının yedinci basamağında olmak önemli... Ve orada o anda Fulham vardı. Bu rastlantılar zincirini Avrupa Ligi’ne katılma zorunluluğuna çeviren bir adam ise Roy Hodgson’dı... Genç yaşında futbol taktikleri tarihine katkılar yapmış Usta’nın olgunluk çağı eseri Fulham. Uçurumun kıyısında döndürdüğü takıma müthiş bir istikrar kazandırdı. ‘Koşullar yetersiz’ demedi. ‘Futbolcumu bırakmam, bırakırsak düşeriz’ demedi. Talep gelen futbolcuyu yolladı, yerine yenisini buldu.
Yedinci bitirdiği sezon başında da küme düşme çizgisinin altındaydı Fulham... Şansa bakın ki bizim de tribünde olduğumuz Newcastle maçından sonra yükselişe geçecekler, müthiş bir istikrar örneği olacaklar, 24 maçı aynı 11’le oynayacaklar ve yedinciliğe ulaşacaklardı.
“Bu bizim ulaşabileceğimiz en üst düzey, imkânsızımız” diyordu Hodgson, “Bunu olağan sayarsanız tepe taklak düşersiniz...” İşte bu takım hep kapasitesinin üzerine çıkarak geldi bugünlere... Haydi üç ön eleme turu neyse ama sonraki her eşleşmenin ‘zayıf’ tarafı oldu. Kurada karşısına Fulham çıkanlar turu cepte keklik gördü. Ful-ham’la oynayanlar maçın favorisiydi otomatik olarak... Biz her maçta, “Tamam buraya kadar, bari ezilmesek” dedik. Finalde beraberlik golünü atınca çok mutlu olduk; gol atamadan kaybetmeye-cektik. Maç sonrası neşemizin bir nedeni de buydu.
Mutluyduk, finale gelene kadar takımın oynadığı futbol da sempatikti... Tamam oyunun temposunu yükseltip alçaltamadılar, sade ve anlaşılır bir top oynadılar. Ama faul yapmayan, topun değerini bilen, zigzag paslarla oyunu ören, uzun toplara adam kaçıran, ya da kale önüne gelince hızlanarak ortaklaşa goller atan sevimli bir futbol oynadılar... Ta ki finalde karşılarına oyunu kendilerinden hızlı oynayabilen, yerine göre sert, yerine göre çabuk olabilen bir rakip bulana kadar. Aguero gibi bir yaratıcımız, Forlan gibi bir bitiricimiz de yoktu ayrıca.
BİR ŞARKISIN SEN...
Final Fulham’ın 15-16 kişilik sınırlı bir kadroyla oynadığı 63. maçtı bu sezon. Gelecek yıl Avrupa’da yoklar. Çünkü sezonu 12. bitirdiler. Centilmenlik Ligi’nde şampiyon oldular ama İngiltere yedinci sırada olduğu için bu kontenjandan Avrupa ’ya gitme şansını da yitirdiler. Demek ki rastlantılar her zaman lehte işlemiyor...
‘Paranın satın alamayacağı şeyler vardır’ diyor ya bir reklam. Taraftarlık bunların en başında geliyor. Bir de ömür boyu bir kez yaşanan şeyler var. Fulham’ı Avrupa Ligi finalinde izlemek insanın koca ömründe bir kez görebileceği şeylerdendi. Bize nasip oldu.
Neredesin Beşiktaş?
(*) Türkçe meali: ‘Fulham’la neşe doluyor insan.’