Carlos Carvalhal, günlük mesaisinin neredeyse tamamını tesislerde geçiriyor. Oyuncular ve personelle ilişkisi son derece insani, iletişimi mükemmele yakın ve iddia edilenin aksine kendi vatandaşlarına iltimas yapmıyor.
Bu cümleler, duruma şahit olan birkaç güvenilir kaynağın birbirlerinden habersiz yaptıkları yorumların bir özeti. Geçtiğimiz hafta İnter maçı için Trabzon'a giderken rakibinin lig ve Avrupa'da oynadığı tüm maçları bir kez daha izlemiş olması, işini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor. Tarafsız birkaç gözün yaptığı bu yorumları duyunca haliyle Guti'nin giderken ortaya koyduğu Carlos'u suçlayıcı tavrın değeri düşüyor.
Trabzonspor-Beşiktaş maçının öne çıkardıkları içinde şüphesiz en ilginç olanı Teknik Direktör Carlos Carvalhal'in oyunu taktiksel olarak yönetme becerisi üzerine yapılan yorumlardı. Carvalhal, Veli, Aurelio, Necip ve Simao'nun yokluğunda sahaya sürdüğü 11 ve oyunu kontrol etme şekliyle olumlu not aldı. Mustafa Pektemek ve Holosko hamleleriyle sonuca giden adımı atmış olması, yukarıda anlatılan mesaisini taçlandıran müdahaleler. Sivok-Egemen hattının önüne İbrahim Toraman'ı kullanması sanıyorum geçmişte Ertuğrul Sağlam ve Del Bosque örneklerinde olduğu gibi "geçici en iyi" çözümdü. Toraman, İnter maçındaki oyunuyla gözdağı veren etkili Trabzon- spor forvet hattına karşı alan daraltmaya sağladığı katkıyla verimli olsa da üç stoperli bir takımın maçın başında Alanzinho'yu Cenk ile burun buruna bıraktığı topta vuruş gol olsaydı ifadeler değişecekti. Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarına ilaveten Avrupa kupalarında oynanan zorluk derecesi yüksek maçlardaki Beşiktaş ile ligin diğer takımları karşısındaki pozisyona girme alternatifleri Q7'nin paylaşımcılığına bağlı Beşiktaş arasındaki dikkat çekici uçurum düzelene kadar Carvalhal'in gelişimine, işine olan dikkati ve prensiplerine bağlılığına alkış tutabiliriz. Bir maça bakarak taktik ustası ilan ediliyor olması ise o derece abartılı geliyor.
ABİTOĞLU, DOĞRU YAPMIŞ OLABİLİR Mİ?
Kamil Abitoğlu'nu Turgay Bahadır'ın geçen hafta topu eliyle düzelterek kullandığı konusundaki itirafının ardından cebinden "sarı kart" çıkarması nedeniyle çok eleştirdik. Abitoğlu, oyunun yazılı kurallarının emrettiği uygulamayı, kendisine futbol oyununun açtığı takdir hakkı denen bağışlayıcılığa tercih etti. Oyuncu psikolojisi üzerinden gittiğinizde benzer bir durumla karşılaştığınızda ne yaparsınız? Korkarım birçok oyuncu ve teknik direktör, bu konuyu düşünmüş ve profesyonel şartların zorlayıcılığı ilkesine teslim olmak zorunda hissetmiştir kendisini. Hakemler için de öyle aslında. Onların çoğu böyle bir durumda takdir hakkı kullanmanın oyunun temiz yüzünü daha da ağartacak bir uygulama olduğunu düşünmüş olmalarına karşın Abitoğlu'nun kuralcılığı karşısında ikilem yaşıyordur şüphesiz. Düşünün sarı kart göstermediğiniz bir itirafçının, sonradan gördüğü bir kart ile oyundan atılması gerekirken sahada kalışını ve atacağı bir golle her şeyin kaderini değiştirme ihtimalini. Kim göze alabilir ki medya bombardımanına tutulmayı. Öyle ya! yaptığınız itiraf birdenbire başınıza iş açabilir, kullandığınız takdir hakkı ile iyiniyetiniz suistimal kurbanı olabilir. Bu örneğin sık sık gündeme getirileceği ihtimalini göz ardı etmeden bir çare bulunması gerekiyor. Bundan sonraki ilk maç için önerim, bir futbolcunun durumu itiraf etmesi durumunda yazılı olmayan bir kural olarak sarı kart çıkarma işleminin bağışlanması, bunun bir gelenek haline getirilmesi. Futbol genel kültürümüzün ilk örneğin uygulanmasının ardından, hem itirafçıyı özendirmesi-- hem hakemi haksız oklardan koruması anlamında yeni bir kale kazanması için bir an evvel kamuoyunun gözleri önünde birinin suçunu itiraf edip, hakem tarafından elinin sıkılması gerekiyor. Aslında bir hafta sonra dönüp baktığınızda Abitoğlu'nun verdiği kararla isteyerek ya da istemeyerek önce kurala dikkat çektiğini, sonra da bunun gelecekte bir sorun yaratmamak adına ilk takdir hakkı örneğine çağrı yaptığını söyleyebiliriz.
Siz ne dersiniz?
İBRAHİM İLE BURAK ÜZERİNE
Birbirleriyle aynı takımda oynamış, oda arkadaşlığı, kaptan-oyuncu ilişkisi kurmuş futbolcuların forma renkleri değiştiğinde yaşanan şüpheli pozisyonlar üzerinden medya önünde suçlamalarda bulunması yakışıksız bir durum. Son örneği Toraman'ın Burak için söyledikleri kuşkusuz. Beşiktaş kaptanı "Burak'ın nasıl bir insan olduğunu herkes biliyor" ifadeleriyle düşük puan aldı. Şartlar kimin lehine ya da aleyhine gelişiyor olursa olsun bu tip bir ifadenin kabul edilebilir yanı yok.
Yarın milli takım kampına çağrılırsa Burak'ın yüzüne nasıl bakacak?
Burak'ın transferi ile ilgili söylediği "Gidersem Real Madrid, Barcelona ya da Manchester United'a giderim, diğerleri gibi yapmam, kulübüme para kazandırarak gitmek isterim." ifadesinin muhatabını bulmakta güçlük çektik. Acaba Selçuk başta olmak üzere Trabzon'dan bedelsiz ayrılan eski takım arkadaşlarını mı yoksa Avrupa'ya giderken takımlarına bonservis getirisi sağlamayan Emre Belözoğlu ve Okan Buruk'u mu kastediyor?
Eğer takım arkadaşlarını kastediyorsa İbrahim Toraman'ın kendisi için söylediklerine benzer bir hataya düşmüş olur. Yarın milli takım kampında Selçuk'la nasıl selamlaşacak?
Bazen futbolcuların yönetim siyasetlerine ve gereksiz profesyonellik diline kulaklarını tıkaması da sağlıklı olmaz mı?
Buraya bir dipnot düşelim, Burak eğer yurtdışına gitme kararı alırsa nasıl olur sorusuna bu satırların yazarı Nihat Kahveci örneğini uygun görür.
Çünkü Burak gelişim potansiyeli yüksek bir oyuncu ve aslında ülke gündeminde tek gösteriliyor olması onu boğmaya başlıyor.
Geriye dönüp baktığımızda bizde zaten hep böyledir.
Arda'nın gelişimine set çeken aşırı ve gereksiz ilginin Burak'ı da boğmasını asla istemeyiz.
Carvalhal dehası derken
30 Kasım 2011 11:58