Ne Fatih Terim gelir gelmez 2000 ruhu döner, ne Carvalhal gelir gelmez yıldızları coşturur. Herkesin zamana ihtiyacı vardır ve gerçek galibiyet, zamanı iyi kullananlarındır. Bir de zamanı kullanırken büyüyen, büyüten adamlar vardır.
Kim mi mesela?
Burak Yılmaz'a ne dersiniz?
Galatasaray'ın çok madalyalı futbolcuları listesinde ilk sıralarda yeralan Suat Kaya, günümüz koşu istatistikleri üzerine görüşlerini anlatırken "Biz sahada sürekli koşar, 14 km'ye kadar yol kat ederdik. Orta saha o kadar hareketliydi ki aslında 10 km'den fazla koşan Hagi'ye herkes bu adam koşmuyor diye yüklenirdi kimi zaman." demişti.
Suat Kaya, "Şimdi bir maçta 10 km koşan futbolculara aferin deniliyor, bunu anlamakta güçlük çekiyorum." diye ilave ederken aslında bir bakıma yolu UEFA zaferine kadar giden o Galatasaray ile bugünün fotoğrafını yan yana getiriyordu.
Rijkaard yönetiminde üst üste kazanılan 8 maçın ardından Galatasaray için "Barcelona gibi takım oluyor" lafları edilir olmuş, ardından bu sezon başına kadar olan süreçte adım adım "sahada yürüyen" takıma dönüşmüştü Galatasaray... 2000 ruhu, koşan adamların bedeninde vücut bulmuştu. Topu iyi kullanan ve rakibi gözaltına alan, fırsat bulduğunda cömert davranmadan tabela yapan, oyuncularının iyi çalışıp az sakatlandığı bir takımdı Galatasaray...
Son olarak pazartesi akşamı Eskişehir maçında aylardır "2000 ruhunu çağırma" söylemi üzerine inşa edilen yeni Galatasaray'ın aslında geçmişinden aldığı ilhama tanıklık ettik. Belki de uzun bir süre sonra ilk kez top Eskişehirspor'da iken rakip futbolcuların çevresinde biten, ellerine geçirdikleri topu cimrice saklama gayretini gösteren bir topluluk vardı sahada. Kariyeri sakatlıklarla yazılan Gökhan Zan'ın golü ve enerjisi dikkat çekiciydi. Fatih Terim'in sezon başında takımla ilgili değerlendirmesinde "Futbol hayatımda ilk kez oyuncuların hiç mazeret üretmeden (tabiri caizse sızlanmadan) tüm antrenmanlarda tam kadro olduklarını görmek beni mutlu ediyor." sözünü hatırlayınca insan ister istemez bir gecede devrim falan olmaz sözüne yeniden saygı duyuyor. Belli ki dönüşen bir Galatasaray'a şahit olacağız gelecek haftalarda..
KOŞ BURAK KOŞ
Dönüşüm demişken Burak Yılmaz'ı atlamak olmaz. Sadece saha içi performansı değil, saha dışına, saha içinden samimi tercümeler yapan akıl dolu ifadeleri de çok kıymetli şüphesiz.
Geçen yıl birçok meslekdaşım Burak Yılmaz'ın küllerinden doğuşu üzerine yazılar yazdı. Selçuk İnan'ın ev arkadaşlığının katkısı vurgulanıp, yeteneklerini kullanmayı hatırlamasına alkış tutulmuştu. Doğruydu. Burak Yılmaz ülke futbolunda yetenekli olmasına rağmen birkaç senede ufalanıp giden onlarca oyuncu gibi sıradanlaşmadan gelişiyordu.
Takımı Avrupa Ligi'nde yalnız bırakmasının mahcubiyetini kameralar önünde Şenol Güneş'ten samimi bir vücut dili eşliğinde özür dileyerek yaşarken bir kez daha bir oyuncunun otoriteye karşı profesyonel duruşunun nasıl olması gerektiği konusunda örnek veriyordu. Bu, çağdaş anlamda oyuncu topluluğunun futbol takımına dönüştüğünün yıldız futbolcu oyuncu katındaki ispatıdır.
Burak bir mesaj da pek de sabırlı olmayan Trabzonspor taraftarına yollamıştı. "Umut ile çok iyi anlaşıyorduk. Kimi zaman maç içinde yorulduğum zamanlar oluyordu ve gidip ona, 'Bir on dakika benim kanadımda oyna, dinleneyim.' diyordum.
O bu durumlarda iki kişilik enerji harcar, açığımı kapatmaya çalışırdı." sözleri yine bu genç adama ait. Maç için ısınırken bile topu dışarı atsa ıslıklanan, tribünlerden tepki alan bir futbolcunun gidişini anlatırken bir kaptan gibi konuşmuştu.
"Karabük maçında serbest vuruş kullanırken Alanzinho yanıma geldi ve topu kullanmak istediğini söyledi. Penaltı olsa bile bırakırdım." sözlerinin bir benzerini yakın zamanda başka bir yerde duydunuz mu?
Taraftar çoğu zaman akıl ve iyi niyetine güvendikleri adamların sözünü sonuna kadar dinler. Bir oyuncu taraftarın kimyasını değiştirir. Futbolu sevdirir, taraftar olmanın değerini artırır.
Burak Yılmaz, Trabzon'da bir fenomene dönüşüyor. Bunu sahada attığı gollerle değil, halkla ilişkiler konusunda gösterdiği performansla da kanıtlıyor.
Golcülük maharetinin sadece Selçuk'un paslarında, düzenli hayatının sadece Selçuk'la ev arkadaşlığında saklı olmadığını gösteriyor Burak.
Sahadaki arkadaşlarına, hocasına, taraftarına ve medyaya aynı profesyonel çizgide, aynı sevgi ve saygı temelinde yaklaşıyor.
Bir dönem Ronaldo'ya benzetildiği için alay edilen Burak'ın bu imaj yönetimi ve yetenekle Beckham aurası oluşturması mucize değil.
Trabzon bir efsanenin doğuşuna tanıklık ettiğinin farkına varmalı ve ona canı gönülden kulak vermeli. İyi tarafından bakanlar için, Burak genç yaşında bir futbol öğretmeni gibi davranıyor. Burak sadece sahada koşmuyor, saha dışında da koşuyor ve bu koşunun istatistiklerini tutmak ancak oyuna gönül gözüyle bakabilenlerin işi.
Son söz, İstanbul'da olmayı hiç özlemeyen, şehre ve renklere adanmış bir profesyonel Burak. Yarın Trabzon'daki işini bitirip dönmeye karar verse bile, tıpkı 1980'lerde Ali Kemal ile Serdar'a yaptıkları gibi onu davul zurnayla ve gururla yollayacak vefalı Trabzonspor taraftarını yeniden yaratacak kadar efsane olma yolunda bu çocuk...
CARCALHAL BÜYÜK HOCA
Haftaya bakarken Carvalhal'i pas geçmiyorum; Lig TV'de sezon öncesi yayınlanan "Artık Futbol Konuşacak" programına katılan Portekizli katılımcı, teknik adamlara Türkçe hitap etmeye özen göstermiş, sempatik bir tavır sergileyerek "Bana lütfen ön ismimle 'Carlos' diye hitap edin." demişti. Son Antalya maçı demecindeki Türkçe kullanma gayreti ile takdiri ayrıca hak ediyor.
Ülkeye geldiğinde kariyer defterine burun kıvırdığımız Carvalhal'in kısa sürede fikrimizi değiştirmeye başladığını görüyorum.
Hani herhangi bir teknik adama bir iki hata yaptığında gaddarca bir tavırla "hoca değil" dediğimiz durumlar var ya!
Ödünç alarak tersini yapıyorum. Carlos Türk yemeklerini seviyor, "karnıyarık'a" bayılıyormuş..
Bu durumda kendisine sempatim artmıştır. Carvalhal büyük hoca...
Bir gecede devrim olmaz
28 Eylül 2011 11:40